19 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 2 HAZİRAN 1990 Y argı Güvencesi ve Daıuştay Danıştay, bu kararıyla, "12 Eylül Hukuku"nun toplumda ve devlet kurı.munda açtığı kanayan bir yarayı daha kapatmış ve bir "hukuk çirkinliği"ni ortadan kaldırmış olmaktadır. Böylece, daha önce, yerel idare mahkemelerinden de verilen doğru ve sağlam gerekçeli kararlara koşut olarak, yargı son sözünü söylemiş ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bir "hukuk devleti" olduğunu, Türkiye'yi bildikleri gibi yönetmeye heveslenenlere bir kez daha anımsatmıştır. ' Prof. Dr. AYDIN AYBAY Türk basım, Danıştay Içtihatları Birleştirme Ku- rulu'nun 9 Şubat 1990 günlu Resmi Gazete'de ya- yımlanan karannı sıcağı sıcağına kamuya duyur- du: Sıkıyönetim komutanlannın istemi ile 1402 Sa- yıh Vasanın 2. maddesine dayanılarak işlerinden çı- kanlan kamu personeli ile ilgili olarak aynı mad- dede >er alan "bir daha kamu hizmetinde çaJışamazlar" hiikmii, ancak "sıkıyönetim süresi ile sııurlı" olarak uygulanabilir. Buna göre, sözıi ge- çen maddeye dayanılarak işlerinden çıkanlan kişi- lerin (görev için öngörülen nitelikleri yilirmeraiş- lerse) "sıkıyönetim kalkınca, eski gorevlerine iade edilmeleri gerekir." Danıştay bir yarayı daha kapattı Danıştay, bu karanyla, "12 Eylül HukukıTnun toplumda ve devlet kurumunda açtığı kanayan bir yarayı daha kapatmış ve bir "hukuk çirkinliği"ni ortadan kaldırmış olmaktadır. Böylece, daha ön- ce, yerel idare mahkemelerinden de verilen doğru ve sağlam gerekçeli kararlara koşut olarak, yargı son sözunu söylemiş ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'- nin bir "hukuk devleti" olduğunu, Türkiye'yi bil- dikleri gibi yönetmeye heveslenenlere bir kez daha anımsatmıştır. Bu sonuç, kuşkusuz, yalnız 1402'likler için de- ğil, hukuktan, insan haklanndan, demokrasiden ya- na olan butun yurttaşlar için sevindirici olmuştur. öte yandan Danıştay, bu kararı ile, sorumsuz, key- fi ve acımasız buyruklanyla binlerce kişiyi işinden gücunden ederek "canını vakan" bir zamanın "muktedirfcri" ne ve sıkıyönetim kalktığı halde ken- dilerıne yapılan başvurulan, "kanun kanundur" gi- bi ilkel bir yaklasımla geri çeviren "yeni yönetkilere" iyi bir "hukuk dersi" vermiştir. Karann gerckçe bölümunde yer alan bu görkemli dersin tumuyle kamuoyuna yansıtılmasının Türk idare Yargısının. "hukuk devletini" nasıl anladığı- nı gostermek yonunden çok yararlı olacağı kanısın- dayım. Hukuk mesleğinin 37 yıllık biremektarı ve üstelik bu hukuk dışı çirkin uygulamanın "mağdurlarından" biri olarak, burada, bu dersle ilgili önemli gördüğüm birkaç noktaya değinmek istiyorum. İlk olarak değınilmesi gereken şudur: Danıştay, bir yasa kuralının sadece "sözıinün" ya da "sözcüklerinin" göz onünde tutularak "anlamlandırılmasının" doğru bir yöntem olmadı- ğını vurgulamaktadır. Bu basit gerçeğin bir kez daha vurgulanması gereği şundan ileri gelmiştir: 1402'liklerin, sıkıyönetimin kalkmasından sonra go- revlerine iade edilmeleri için yaptıklan bütün baş- vurular ilgili idarelerce, sadece bu gerekce ile, yani yasadaki sozcuklerin yüzeyden okunmasından çı- kan anlama dayanılarak reddedilmiştir. ldare'nın "kanun kanundur" şeklindeki bu ilkel hukuk an- layışı, ne yazık ki, yargı görevi yapan bazı kişılerce .de benimsenmiş görünmektedir. İşte, Danıştay, ay- rıntılı gerekçelerini de vererek, yargıyerlerinin işle- vinin, yasama orgamnın sözcük "taşeronlugu" ol- madığını; mahkemenin ödevinin "yasayı" değil "hukuku" saptamak olduğunu belirtmektedir. Bu ödev, gerekli olduğu takdirde, "filolojik-gramatik" olarak değerlendirildiğinde hangi anlama gelirse gel- sin, kuralın, bütün sistem içinde amaca uygun bi- çimde ve zamanın koşullan goz önünde tutularak doğru olarak yorumlanması zorunluğunu da içerir. Danıştay kararında, bu yasa hükmunün oluş- ması ile ilgili olarak, sırf "tarihsel yorum"a dayalı çözumlemelere değinilmek gereği de duyulmuştur. Çunku gerek Başsavcı (ki hâlâ "yasakoyucu" yeri- ne "kanun vaaı" demektedir), gerek azmlık oyu ve- ren bir kısım uyeler, yasanın "haarlık malzemesine" ve sev kteki "gerekçelerine" bakarak, Yasakoyucu- nun amacının, bu kuraia dayanan işten çıkarma ka- rarlannın etkisinin yaşam boyu surmesi yolunda ol- duğunu ileri surmuşlerdir. İçtihadı Birleştirme Ka- rarında sırf bu, tespite dayalı yanlış gorüş, doyu- rucu gerekçelerle çürütulmüştür. Bu arada kayda değer iki noktaya da değinilmiştir: Danıştay kara- rında "sadece yasanın gerekçesine bağlı kalınarak yapılacak yorurnun bizi yasanın kabul ediidiği ta- rihteki koşullarda belirlenmiş bir sonuca götürecseği açıktır" denmiştir. Bu tumce sırf yasanın gerekçe- sinden ahkam çıkaranların, "zamanın değişmesi ile hüküm de def işir" şeklindeki yüz elli yıllık Mecel- le ilkesinden bile geride kaldıklarını gösteren an- lamlı bir "yollamadır". Öte yandan, aynı şeyi, "Da- nışma Meclisi" adı verilen, üyeleri savcılık "ilmühaberi" ve 'iyihal kagıdı"na gore "cunta" ta- rafından atanmış niteliksiz Mecliste yapılan gorüş- meler için öncelikle geçerlidir. Dantştay, azınlıkta kalan üyelerin, sorunun bu "mecliste"de görüşül- düğü ve işten çıkarma karannın surekli olduğuna "karar verildiği"ni ileri surmeleri dolayısıyla, bu "malzemenin" de bağlayıcı olmadığını belirtmek ge- reğini duyrnuştur. (Bizce, üyelerinin görevlendırme koşullan ve özeUikle hanrladığı çağdışı anayasa tas- lağı gözonünde tutulursa, bu niteliksiz Meclisin her- hangi bir konudaki görüşünu, ciddi bir "hukuk malzemesi" olarak zikretmek bile gereksizdir.) Verilen "yetki" yersiz İçtihadı Birleştirme Karan'nda, sıkıyönetim ko- mutanlarına yasa ile verilen yetkı yönünden de çok ilginç tespitler yapılmaktadır. Bunlardan biri, "hiz- metleri yararlı olmayan kamu personeli" hakkın- da komutanın işten çıkarma yetkisi ile ilgilidir. Da- nıştay, "sıkıyönetim ilanı ile hiçbir ilgisi bulunmayan" ve "memur hukukuna ilişkin kural- lar içinde çozülmesi mümkün bulunan" bu konu- da sıkıyönetim komutanına yetki verilmiş olması- nın "garabetine" işaret etmektedir. Karann gerek- çesinde, bununla koşut olarak, özeUikle "hizmet- leri yararlı olmamak" nedeni açısından, komuta- nın, uzmanlık alanı dışında kalan bu durumu na- sıl saptayabileceği sorgulanmaktadır. Bu noktanın çok onemli olduğu, işten çıkarma işlemi yargı de- netimi dışında kalan bir tasarruf olacağı için, bu- nun "kamu yararı dışında amaçlarla", yani "keyfi" olarak kullanılabilecegine işaret edilmekte ve bu hü- küm dolayısıyla mevzuatın "idareten azil" kurumu- nun yurürlukten kaldırıldığı 1926 yılından da geri götürülduğune işaret edilmektedir. Ülkede, karar- daki bu "tespit"in ne kadar isabetli olduğunu gös- teren bir suru "olay" yaşanmıştır. Bunlar herkesçe bilinen, "dile düşmüş" olaylardır. Uzmanlık alan- larına girmeyen nedenlerle, "yüzlerini bile görme- dikleri kişileri", bir kalemde, yülannı verdikleri mes- leklerinden eden komutanların, kimlerin, hangi "odakların", ne türden "fesatlık" ve "gammazlıkları" ile bu işlemleri yaptıkları bugün az çok bılinmektedir. Bu arada, son günlerde ba- sında çıkan sözleri ile, o dönemde "cunta"nın baş- kanlığını yapmış olan Bay Evren de bunu doğrula- mıştır: İkbal döneminde, mahalle kahvelerindeki de- dikodular bile "kulağına geldiği" için devlet tele- vizyonuna çıkarak yanıtlayan bu zat, bugün, 1402'likler uygulaması ile hiç ilgisi bulunmadığını, bu konudaki bütün sorumluluğun da işlemi yapan sıkıyönetim komutanlarına ait olduğunu pervasız- ca söyleyebilmiştir. Bu beyan karşısında, Danıştay'ın "yetkinin kullanılması için maddede hiçbir usulün öngörulmemiş olması"nın "kamu personeli yönun- den tümüyle guvencesiz bir ortam yarattığı" yolun- daki açıklaması, Türk personel hukukunu "1926 yıl- larının gerisine götürme" sorumluluğunun, aslın- da, kime ait olduğunu da göstermektedir. Hukuk yaşamımıza onur getirdi Yukanda değindiğimiz gibi Daruştay'ın bu karan, sorumsuzca yapılan bir yasaya dayanılarak sorura- suzca yürütülen işlemlerden doğan çetin bir hukuk sonınunu, Türk idare Yargısırun nasıl bir yaklasımla ve hangi bilimsel yöntemlerle çözdüğünü gösteren görkemli ve önemli bir örnek karardır. Mesleğini seven ve ciddiye alan her Türk hukukçusunun bu karan dikkatle okuması ve incelemesi gerekir. Yal- nız idare hukuku bakımından değil, hem anayasa hukuku yönünden hem de Türkiye'nin uluslararası taahhütleri bakımından, bu ka'rarda yer alan açık- lamalar, hukuk yaşamımıza yön verecek nitelikte- dir. Ama hukuk yazınımızda hak ettiği yeri şimdi- den almış olduğuna inandığımız bu karann, yalnız hukuk mesleginden olanlar için değil, "hukuka bağ- lı devlet" ilkesine ve "hukuksal güvenliğin gereklıliğine" gonul vermiş bütün yurttaşlar bakı- mından içerdiği önemli bir gerçeği de dile getirme- liyiz: Böyle bir karar verildiğine gore, göğsümüzü gere gere, hepimiz; "Ankara'da yargıçlar var" diye- biliriz. PENCERE İmam ve Cemaat 12 Eylül lideri Sayın Evren anılarını yazıyor; bu konuya iliş- kin haberler de arada sırada gazetelere yansıyor. İlk izlenimle- rim beni yanıltmıyorsa, Kenan Evren anılarını değil, savunma- sını hazırlıyor. Meslektaşımız Fikret Bila, Marmaris'e gitmiş, eski Cumhur- başkanıyla konuşmuş, 'Evren'inKrtab/'ndan aktarmalar Milliyet'- te yayırnlanıyor. Evren "En fazia imam-hatip lisesinin hep iddia ediidiği gibi, 12 Eylül döneminde değil, aksine sivil yönetimler dö- neminde açıldığını dile getırmiş ve rakamlar vermiş." Evren yazıyor: "7974-7975'te yani Ecevit döneminde 29 imam-hatip lisesi açıl- mış. 1975-1976'da 70 tane, 77-78'de 86 tane, 78-79'da bir ta- ne, 79-80'de 12Eylül'den önce 5 tane açılmış. Bizim yönetimde olduğumuz 1981-1983 döneminde ise açılmış bir tane imam-hatip lisesi yoktur. 1984-1985'te 1 tane. 1988-1989'da 7 tane vardır ki, o bizim yönetimde olduğumuz dönem değHdir. Demek ki imam- hatip liseieri, askeri yönetimler zamanında değil, Ecevit'in söy- lediğinin tersine sivil yönetimler döneminde açılmıştır." * Türkiye İstatistik Yıllığı'na baktığımız zaman da 1974-75 dö- neminde imam-hatip okullarında gerçekten bir artış olduğunu görüyoruz. Bunun nedenleri bellidir. 1973'te CHP-MSP koalis- yonu kurulmuştu. Sayın Erbakan'ın partisi imam okullarına hız verecek önlemleri almakta kusur etmemiştir. Zaten 6O'lı, 70'li ve 80'li yıllarda kimi zaman duraklayarak kimi zaman hızlana- rak imam okullarının sayısı durmadan artmış; milli eğitim iki başlı öğretime dönüştürülmüş; imam okullan meslek öğretimi niteli- ğinden çıkarılmış, temel öğretım kurumları yerine geçmiştir. Ancak konuyu sayısal açıdan daha gerçekçi biçimde kavra- mak için bir noktayı vurgulamak gerekiyor. Dınsel öğretim ke- siminde toplam okui sayısı, hem imam ortaokullannı, hem lise- lerini vurgulamaktadır. Bu sayının içindeki orta ve lise sayısını ayrıca ele almak yanılgıya düşmekten bizi koruyabilir. Sayın Evren ne diyor: "— Bizim yönetimde olduğumuz 1981-1983 döneminde açıl- m/ş bir tek imam-hatip lisesi yoktur." Oyle midir? Bu konuda en sağlam kaynak sayılan 'Türkiye İs- tatistik Yılhğı'm açalım; sayılara bakalım; yıllara göre imam okul- lan nasıl gelişmiş: (Arkosı 19. Sayfada. EVET/HAYIR OKTMAKBAL Dertler, Sorunlar...Okur mektuplan. dost mektuplan yığıldı Ozellikle gençler ülke sorunlarına büyük ilgi gösteriyorlar. Nerden gelıp nereye doğru gittiğimizı soruyorlar. Ozellikle son günlerin keşmekeşi büsbû- tün üzüntülere sürüklüyor insanlarımızı. Aldığım mektuplann üçünden birkaç parçayı okurlarıma sunmak istiyorum.: İstanbul Levent'ten Ş. Denizci yazıyor: "Demokrası âşığı bazı yurttaşlarımız İETT otobüslerinin renk- lerınin değişmesi üzerıne kafa yorar, tartışma sutunlarını doldu- rurken, çevremizdeki aymazlık çemberi giderek daralıyor. Yıllarca kürsülerden ayet okuyan generale Atatürk Barış Ödülü; ülkesı- nin iç ve dış çıkarlarını görülmemiş biçimde ucuzlatan bir kişiye cumhurbaşkanhğı; iki sözü bir araya getirip konuşamayan bir avu- kata başbakanlık!. Sanki birileri, ülkesini seven ve düşünebi- len son birkaç insanı da çıldırtmaya çalışıyor! Tüm bunlar kötü bir şaka mı, yoksa gereğinden uzun sürmüş bir karabasan mı? Bildiğim, yaşadıklarımızın ciddi ve gerçek olamayacak denli akıl- dışı olduğu! Cumhuriyet'in yanm asırı aşan birikimi on yılda nasıl tüketil- di? irtica denen arsız ayrıkotu, nasıl boğabildi yanm asırlık dev- rim çınarlarını? Hangi gübre ile böylesıne çoğalabıldi yeşil tak- keliler? Tüm kusurlarına karşın, Türkıye'ye gerçekten demokra- tik bir anayasayı kazandıran 27 Mayısçılar nasıl suçlu konumu- na düşürülebildıler? Yassıada'da onursuzca yalvarıp suçlarının ağırlığı altında ezilenler nasıl kahramanlaştırıldı? Devletin kapı- larını kım açtı mürtecilere? Anarşistler, terönstler mı, komünist- ler, sosyalıstler, sosyal demokratlar mı, yoksa şu meşhur "dış mihraklar" mı? Peki ya onlar neredeydi cumhuriyet ilkeleri yok edilirken? Kemalistler, CHP'nin yüz binlerce üyesi. 1 Mayıs'ta meydanlara sığmayan DİSK'liler ne yapıyorlardı partileri, sendı- kaları çizmelerle çiğnenirken? Yoksa ben mi yanlış okumuştum kitaplan? Hiç var olmamış mıydı ilerici kitleler? DİSK bir masal, CHP bir düş müydu? Ata- türk hiç yaşamamış mıydı? Halke-/leri, Köy Enstitüleri, TDK, TTK var mıydı gerçekten? Bunlar öylesıne uzak ki 23 yaşında bir 12 Eylül gencine'.. Bir yanlışlık var, iyice emınim Ya ben karıştınyorum ülkelerı, ya da kitaplar farklı bir zaman boyutunu anlatıyorlar Atatürk'ten. dev- rimlerden, çağdaş ve demokratik bir Turkiye'den söz ederken.." Eski CHP Erzincan Senatörü Niyazi Ünsal yazıyor: "20 Ma- yıs 1990 günlü Cumhuriyet gazetesinde bir manşet haber var "İstanbul'un suyu bitti." Biliyorsunuz buna benzer haberler hemen her gün istanbul. Ankara, İzmir ya da bunlara benzer pek çok yerleşim yerlerimız için çıkar. Bu haberler çıktıkça. ya da herhangi bir yerde susuz- luktan söz açılınca ben hep şunu düşünürüm. Irak'tan petrol İskenderun körfezi'ne, oradan yurdun başka yerlerine akıtılıyor, pompalanıyor, ya da Rusya'dan doğal gaz Tûr- kıye'ye akıtılıyor, Lıbya'dan akıtılmaya hazırlanılıyor da yurdun te- mız ve bol sulu kaynaklarından susuzluk çekilen bu şehırlerı- mize bu güzel sularımız neden ve niçin akıtılmıyor?.. Neden bu çağda su konusunda geleneksel ve göreneksel yol- ların dışına çıkmıyoruz? Herkes çevresınde olan sulardan ya- rarlanmaya çalışıyor. Bu da günumuzde sorun yaratıyor, yetmi- yor. Oyleyse daha uzaklara açılalım; petrol gibi, gaz gibi yurdun herhangi bir yerindeki suyu kullanacağımız bölgeiere pompa- layıp akıtalım. Halk da doya doya içsın ve kullansın şu boşa akan suları! Bu iş yerel sorun oJmaktan çıkmalı. devlet işi, hükümet işı, hatta bunları da aşıp 'halk' işi olmalı ve bu konu üzerinde ilgilileri dur- maya zorlamalıyız. Neden kuzeyde, güneyde ve doğuda ormanlık alanlardan denize ulaşan o temiz suları şehirlerdeki musluklar- dan akitmayalım ve içmeyelim?" Şair dostum Berin Taşan da şu şiiri yollamış: "Elıni ver seni Aliağa'ya götüreyim İse, pasa bulaşmamış tertemiz ellermi Mısket havasıyla halay çekerek Pamuk kararmadan, zeytin kurumadan Haydi elıni ver Gencelli'ye gidiyoruz Gencecik, sımsıcak ellerini Dokuz Eylül Meydanı'ndan Anıt önünden Bir elım izmir'e nefes nefese giren İlk atlının elinde Bir elimden Gülay tutmuş çekiyor Bir mayısta atılan kurşun elinde. Kapali kapılar ardında Pazarlık yapamazsm gâvurla Ova benim, zeytin benim, su benim Üstüne kül düşerse ölürüm. Gencelli'nin gençliğine kıyanlar Havama, suyuma zehir katanlar Zeytinın, pamuğun ahı tutacak Ellerimden ellerine Ellerınden ellerine Sarsıla sarsıla geçen akımla Toprağa çarpılacak." DOĞUM Kızımız İLKYAZ'ın doğumunu b:zı sevenieıe duyururuz NURTEN-MURAT SAVAŞ Hcr M Card M Bankamatik dciziklir. "Hepsini aynı sanıyordum, nasıl yanılmışım... ... Doğrusu, kart mı kart işte, diyordum. Bir arkadaşımda Bankamatik Kartı gördüm. Pangaltı şubesindeki hesabına Beyazıt şubesinden az önce yatırdığı parayı, Sirkeci Garı'ndaki Bankamatik'ten çekti. İnanamadım. Çünkü, benim kartla en erken ertesi gün çekebiliyorum... Neyse, hemen Bankamatik Kartı aldım..." Bir Bankamatik Kartı Sahibi (İstanbul) Bunu sadece Bankamatik yapabilir. TÜRKİYE İŞ BANKASI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle