20 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA DÖRT ıCUMHURİYET 1 Nisan 1971 CGOSLAVYA'yı geride bıraktıktan sonra Macar sınırına vardık bir akşam üstü. Sınırın hemen ötesinde büyük kentlerden biri olan Szeged'de gecelemeyi tasarlıyoruz, ama kente glrdiğimizi bile anlıyamadan geçip gidiyoruz. Neden sonra öğreniyoruz ki o bir kaç soluk sokak feneri Szeged'i aydınlatmaya çalışıyormuş. Hiç bir evden en ufak bir ışığın sızmadığı, hiç bir sokakta tek bir canlıya rastlanmadığı, bir savaştan sonra boşaltılıp ımutulmuş sandığımız o karanlık yermiş Szeged. Her dakika bir kamping veya motel görme umudnyla ilerliyerek Budapeşteye vanyoruz en sonunda. Oraya kadar beni getiren ar»badan ayrılıyorum. Gece yansı Budapeştede yapayalnızım. Birden çok büyük bir otelin önünde buluyorum kendimi. Yanımda yöremde durmadan Italyanca konuşuluyor. İtalyadayım sanıyo rum bir ara. «İUIyadan kalkip akın akın bunlar için geliyorlar» diyor yanıbaşımda bir ses İngilizce olarak. İtalyan erkekleriyle otelden çıkan Macar kızlannı gösterirken ekliyor sözlerine: «Sosyal ve dinî baskınm ağırlığından yakınıyorlar Italyada. O yüzden de bnraya yalnız eğlence için geKyorlar. Bir iki haflanin sonunda ellerinde bir doIn fotoğraf kahyor dönünce ar Y Uvrupa'da Oto.stopla 3 13 bln kilomelre kadaşlarına övünmek için.» Kısa zamanda arkadaş oluyoruz yardım etmek amacıyla yanıma yaklaşmış olan bu Macar genciyle. Bütün gece birlikte Budapeşteyi gezerken sabaha kadar uzun uzun anlatıyor bana oradaki yaşamlannı. Diğer bir çok Macar öfrenct gıbi kendisi de dört yıldır üniversiteye girmek için sıra bekliyormuş. Afrikalıları ve Kuzey Vietnamlıları dolduruyorlarmış üniversiteye. Macarlar da orada burada çalışarak kendı sıralanIU bekliyorlarmış. Ancak çok isterlerse Sovyetler Birliğinde yapabihrlermiş öğrenimlerirıi, ama pek heveslisi çıkmıyormuş bu işin. Oldürülmüş kent T UNA'ya bakan yüksekçe bir tepede Budapeştelilerin hiç sevmedikleri bir anıt var: Kendilerini kurtardıklan için (!), Macarların Ruslara şükran duygularını belirtmek amacıyla dikilmiş bu arut. Çevresinde biraz çok dolaşan olursa kuşkulu kuşkulu bakıyorlar yanıbaşındaki koruyucuları. Bütün pro jektörlerin ışıgını üzerine toplamış bu anıtm çok yakınlannda, karanlıkta gözden kaybolan bir dığer amt daha var: Yıllar önce o bölgeye Hıristiyanlığı yaymaya gelmiş bir azizin anıtı. Yöneticiler her ne kadar ondan hoş lanmıyorlarsa da halk serbestçe inanıyormuş onun yaydığı dine. Karardık sokaklarda yalnızca, sabahlara dek yerleri temizleyen işçiler ve her köşede, beni görür görmez pasaportumu incelemek isteyen polisler var. Çok güzel bir kent Budapeşte, ama uzun yıllar önce oldürülmüş bir kent. Her biri sessiz bir gölge gıbi yaşamlannı sürdüren bu insanlar, dışarıdan ruhsuz, somurtkan, kapalı bir kutu gibi görünüyorlar. Fakat yaklaşıp da kutunun kapagmı kaldınnca di. ğer insanlar gibi onun da etten, kemikten ve kandan yapıldığı, onun da soguk kabuğunun altında sıcak insan duyguları taşıdığı görülüyor. Candan bir yakınlık gösteriyorlar üzerlerindeki ürkekliği attıktan sonra. Nur Î UTKULARINDAN, isteklerinden, en son pop müzik olaylarından konuşuyorlar. Yö Mcıllc oçbğf t« Konu ve resim: A Y H A N BAŞOGLU a TUNADAKIHAYA1ET netim sistemiyle ilgili sorulan kısaca geçiştiriyorlar çogunlukla. «Otomobiller mi? Bunları kiralıyabiliriz devletten, bir fünlüğüne, bir aylığına, hattâ bir yıllıgına bile « n a bu çok para ister» diyor biri, «fcamu taşıtları oldukça yeterli!» «Yugoslavlar, Avusturyalılar ve îsveçliler kapitalisttirler» diyor bir Macar. Hemen oracıktaki Amerikalı ve İtalyanlar «büyük özgürlükleri var ama komünistler» diye düzeltiyorlar: Evleri gösterişten uzak, gerektiği bUyUklükte ve yalnızca gerekeni bulunduruyor içinde. Her kes işe gidiyor sabah erkenden. Büyük gri yapıların sardığı tertemiz sokaklarda yürürken her gördüğüm insanın yüzünde bir canlılık belirtisi arıyorum. Yine asık suratlar. kentin üzerine bütün ağırlığiyle çökmüş, kişilerin omuzlannı ezen bir bağımlılık atmosferi, acı. karamsar duygular içinde insanı boğan bir atmosfer. Ağır bir koku evleri, sokaklan, yiyecekleri, hattâ gazeteleri saran. Bulgaristandakıne benzeyen bir koku. J OTOSTOPLA seyahat edenler için konfor ve rahatlık asla söz konusu defildir. Gerektiğinde lüks bir özel arabaya da binebilirsinlz, bu satırlann yazarı Nnr Dolay fibl tıka basa yüklü bir kamyonuıı tepesinde de gerekJİ yolu alabilirsiniz. • •••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••III BİN BOGALAR EFSANESİ' <••••••• 47 Sf lahattin: «Soy, hem de çok soy bir sahin.» dedi. «Yoksa babam o sarp kayalara çıkar da bu »a. hini bana yakalar mıydı? Ya düsüp ölseydi babam? Soy şahin olmasa babam ölümü bir şahın için fÖTt alır mıydı?» Hasan: «Zaten belli.» dedi. «Sahin çibi dnrnsnndan belli.» Usnldan sahini oksadı. «öyleyıe haydi büklüğe «lidelim de avlanalım.» Selahattin direniyor, Hasan da seziyordu ki onun direnci yavas yavas kırılıyor. Sonunda Hasan konustu konustu, sahini övdü, övdü: «Sen korkuvorsun arkadas.» dedi. «Sen sahinin bir şahin dcğil, bir deldellicedir diye korkuyor, ava felmiyorsun. Kimbilir, bu elindeki kus soy bir sahin donuna çirmis bir deldellicedir. Onu da baban su asağıdaki örenden candarmalara vakalatmıs. sana da şahin diye yutturmustur. Haydi çocnklar biz gidelim, Selahattin gelmesin. Biz de onun gibi bir deld^llice yakalar, biz de şahindir diye elimizde geıdiririz.» Hasan önde, öteki çocuklar arkada büklüfe yöneldiler, sö'iiitlerden epeyce uzaklastılar. Selahattin ortada dikilmiş kalmıstı. Tepedrn tırnafa ikirrik kesilmis bir sahinine, bir büklüŞe doğru eiden çocuklara bakıyor, çocuklarla birlikte gitmeÇe can atiyor, bir de şahini kaçar diye korkuvordu. Hasan birden durdn, sert, ona döndfl. Çocuklar da döndüler. Hasan: «Bak ojlum.» dedi. «O srnin elindfki kus soy hir sahinse gelir av avlatırsın. Sahinler süs için değil, av avlatmak içindir. Dedem senin bahanın sarp kayalar memleketinin yedl kat daba yüce sarp kava«ından olur. Dedem dcr ki . Yok, «enin elindeki kns bir deldellicerse, kal orada kusunla birlikte, çeltne.» Selahattin onlarla eitmeye can atıyordn. Gitse de sahin uçsa bir daha gelmezse ne olur? Gitmezse, bütün köv sahinine deldellice diye. cek, sov sahinin ünü, güzelligi yok olacak... Birden: «Geliyorum.» dedi. «Görün siz, bn «ahin nasıl bir < n sahinmis.» =v • • Sabah ezanı okunmadan az önce Haydar Ustayla Osman Acîanaya girdiler. O kad'ar çok ışık. o kadar çok ışık... Isıklar kurşun gibi ağır Haydar Ustanın basına düstüler. Haydar Usta bir kere Ceyhana, bir kere Osmamyeve, bundan önce bir kere de Adanaya gelmiş ama, gece hiç bir şehirde kalmamış, elektrik ışığını görmemişti. Amma da çok ışık, ortalık günduz gibi. Güneşi yüz bin parçaya bölmüşler getirmişler bu şehrin her bir Ortak çaba UDAPEŞTE Györ arasmda bindiğim Macarın arabasında, gerçekten anlaşmak isteyen ıki kişinin dil sorununu altedebileceklerini öğreniyonım. Ne o benim bildiğim dilleri, ne de ben onunkileri biliyorum. Yine de o Almanca. ben tngllizce konuşarak, anlaşabilmek için gerçek bir çaba harcıyoruz birlikte. El ve kollanmızla, yüzümüze verdiğimiz anlamlarla da sdzlerimize j'ardımcı oluyoruz. Kısa zamanda o kadar iyi anlamaya başlıyoruz ki birbirimizi, her konudan konuşabiliyoruz, hattâ politika bile. Sonunda o İngilizce ve Türkçe, ben de Almanca ve Macarca bir dolu yararlı sözcük ögrenerek ayrılıycruz. Daha sonra beni almak için duran İzmir pl&kah arabanın sürücüsü Türkçe konuştuğumu duyunca büyük şaşkınlığa uğruyor. B evine asmışlar. Bu bir köy değil, şehir değil ışık tarlası. Vay ananı avradını Arfana gibi. Vay senin ananı avradını. Vay senin... Bir de uzun evler, gecenin içlpden heyula gibi çıkan... Bir de bin gözlü devlere benzeyen üç kavak boyu evler. Bajını kaldırıp da tepesine bakamazsın. Baksan göremezsin. Haydar Usta bu ev» lerden, bu ışıklardan, bu devlerden, uzayan, her an bambaşka olan, sallanan, koşan, döğüşen, her an j'iten, sonra geriye gelen gölgelerden bafbayağı ürktü. Şehrin sokaklarıncîa birkaç adam yürüyorlardı. Haydar Ufta onlara daldı. Yürümüyor koşuyorlardı. Bir hos mavi çuvallar içinde. Bunlar da çuval giymisler diy» geçirdi içinden Havdar Usta. Işıklı. kocaman. çnk yüksek olmayan. bir dağ gibi eenişleme<!İne yayılmış, oturmuş bir yapının önünden geçtiler. Yapının içinden bir gürültü. bir şakırtı, uğultu, gümbürtü geliyoro*u ki, amanallah, kulakları sagır eden. Haydar Usta atını üzengiledi, gürültülü yapıdan hızla uzaklaştı. Gürültü geride kahnca atının bajını çekip rahat bir solule aldı. Osman gerilerde kalmıs, kaldı. rımda var gücüyle ona doğru koşu. yordu. Haydar Usta. elektrik tşıgında kırmızı sakalı yalbırdayarak, neye ugradığını bilemeden atının basını çekmi? koşup gelen Osmanı bekliyordu. Osman gelinoe. durdular. blrbirlerine tirküntüyle baktılar. Osman •askeretlittte böyle çok yapı görmüştü. Durdu, Haydar üstaya ne oldugunu anlattı. Vay ananı avradmı senin fabrika gibi. Fabrika, fabrika öyle mi? Amma da bağınp inliyor, gürültü çıkanyor, hay ^ğtn, hay kardaş! Gün atıncaya kadar nereye, ne yöne gittiklerini bilmeden şehrin içird dolaştılar. Gün doğarken Jtirp diye bütün ışıklar söndü. Haydar Usta artık bu ışıklann sönmesine saşmadı. Ramazanoğlunun evi bu kocaman evlerden hangisiydi ola? Hangisi olacak, en büyüğü tabil En kocamanı. Ünü büyük Ramazanoğlu bu evlerden en yücesinde oturmaz da kim oturur. Sabah olup gün atmca, bu evlerden en büyflğünü arayacaklar, elleriyle koymuş gibi Unü büyük Ramazanoglunu bulacaklardı. Bu kocaman evleri görünce Haydar Ustanın umudu artmıştı. Böyle kocaman evleri olan bir Bey, onlara bir küçücüle toprak parçasını çok görecek değildl ya... Gün atıyordu. •1M#a (Arkaa var) Türklere sevgi VT'STURYA'ya geçince göa alabildigine bir yeşillik, güneşli kentler ve aydmlık yüzler karştlıyor kişiyi. Hepsi canla başla koşuyor bir yardım istenüdiğinde. Insanların bu yakmlığı, bu ilgisi karşısında kendimi Türkiyede sanıyorum bir ara. Beni yirmi gün evlerinde hiç bir şey almadan yatırıp, yedırerek ve dolaştırarak bir dolu candan arkadaş buluyorum hiç kimseyi tammazken. îyice kaynaşıyoruz kısa zamanda. Türk oldugumu her duyan bana Türklerin ikı kez Viyanayı kuşatmalarını ve Merzifonlu Kara Mustafa>T hatırlatmadan edemiyor. Küçük çocuklan hâlâ Merzifonluyla korkutuyorlar ama, geçmişteki olaylardan dolayı kin tutmıyacak kadar aydın hepsi de. A ft DİŞİ BOND I TİFFANY JONES | SÜVRA \ 1 ^ Tl < BlTTİ,Tl«=r H ^ | ^ ^ H | i3 H BJBEVT İ GARTH Lı İi// 1 47 ) SUM 'ETİN! VEM Viyanada da Budapeştedeklne benziyen bir anıt var. Fakat oradakinın tersine olarak bu anıt karanlıkta bırakılmış. Ancak gündüzleri göze çarpan «Bilinmeyen Savaşçı» anıtının üzerinde, Rusça olarak Avusturyalıların Ruslara olan şükran duyguları belirtilmiş. Yalnız Avusturyalılar bu duygulan başkalarının da bilmesinden pek hoşlan mıyor olsalar gerek ki, anıtı gizlemek amacıyla arkasındaki ha\uzun sularını yükseklere fışkırtarak, mavi, yeşil, san, kırmızı ısıklarla aydmlatmışlar. Başka bir yerde ustaca yapılmış ünlü bir anıt daha: Şaha kalkmış bir at üzerinde Prens Eugene. Koca anıt yalnız atın iki ayağı üzerinde dengelendirilmiş. fakat sorduğum hiç bir VIyanalı çok ö'vündükleri Prens Eugene'lerinin artistinin adını bilemiyorlardı. Zavallı heykeltraş, yasattığı Prens kadar yaşıyamamıştı kendisi. Acıydı bir yerde kılıcın sanatı kestiğini gör mek. 30 , körpe ve sahici birerartist öyle mi?.» cEvet...» «Ne bekliyoruz öyle ise Lou... Haycli bakalım... Arkadaşhğını göster... Sabaha kadar sokak sokak dolaşıp hava mı alacağız vani?. Yazık degü ml bize?...» Meselenin sandıklan kadar basit olmadığını aniatmaga çalışıyordum onlara... Her şeyden önce ödenecek paranın tutan üstünde durulmalıydı Söz konusu kızlar, ıki paralık kızlardan defildi... Kesin bir fikrim yoktu bu konuda ama. şayet yanılmıyorsam adam başına en azından yirmi, jrtrmibeş dolar ödemeleri gerekecekti. Paranın bu kadannı vermek durumunda olmavabilirlerdi... Benim görevim her $eyi oldugu gibi ve pesin söylemekten ibarettl. «Bana kalırsa btitün bir gece için pek fazla sayılmaz.» «Bana bak Lou... Aylardan beri ilk defa karava ayak basıyoruz... Bizim yaştakl erkekler için bunun ne demek oldugunu sen de çok iyi bilirsin... Para dersen, ceplerimiz dolar doluYirml ya da yirmibes dolar... Rahatca verebiliriz... Hiç bir şey ifade etmez bizim İçin... Nedir alt tarafı vani?.. Unutulmaz bir gece geçirdikten sonra feda olsun...» «Madem kabul edlyorsunuz mesele yok... Daha dogrusu ufak bir mesele var arkadaşlar... önce kızlann serbest olup olmadıgını kontrol zorundayım... Belld bu gecelik misafirleri vardır... Belld de civar merkezlerden birine turneye çıkmışlardır...» «Bu noktayı bir an evvel çözümlesek hiç de fena olmayacak Lou...» «Haktaın... Bir telefon kâfi...» «Ne duruyoruz öyle İse... Derhal telefon et... Havdi...» OLUM CIKMAZI Yazan: L SlOCfC Hemen oracıktald lokallerden birine daldık. Onlar bara gıdorek kendilerine birer viski ısmarladılar... Ben de telefon fcultibesine girip deli^e sözde para atıyormuş gibi yaptım. Sonra uydurma bir numara çevirıp kendi kendime konuşmaga başladım. Bir dakika sonra yanlannday dım: «Arkadaşlar... Bana kalırsa bu ışı burada bırakıp kapatsak çok daha iyi olacak...» Üçü de fena meraklanrmştı. Gözümün içine bakıyorlardı. «Ne olduT.. Misafirlerl ml varmış?..» «Bu gece nereye el atsalc kurutuyoruz zaten...» «Durun bakalım çocuklar. İşin içyüzünU anlayalım...» Hepsim ayn ayn süzerek bir süre sustuktan sonra mınldandım: «Dediklerinizin tılçblrt söa konusu değil ama, Umit yok...» «Pekt, sebep neymlşî..» Üçbeş dakika nazlanıp merak ve heyecanlannı büsbötün arttırdıktan sonra durumu özet ledim: • Kızlann üçü de evde ve serbest... Fakaı başlanna bir belâ gelmesinden ve karakolluk olmaktan korlcuyorlar... Onlan en ürküten nokta da bu «aten. Geçen hafta fotomodellik yapan bir arkadaşlannı «ivil po> lislerden biri tongaya bastırmış.. Müşten eibi gitmlî evtne sonra da suçüstü yapmıs ra vallıya... Bu vüzden Ucü de çekimser davranıyor tster tstsmez... Stnirleri adamakılh bozulmuş... Tanımadıklan erkeklerle dtişüp kalkmama tconusunda prensip karan almıslar. Ama Sflvpt nra mr<1« tomm». dıklan erkeklerle de münas»bet kurmak zorunda kalırlarsa, gerekli parayı onlardan katiyen almıyorlarmı*... Bu işl ancak bir aracınm peşinen yapmasını uygun buluyorlar... P»ra almdıktan sonra eve gelenler sanki müşteri değilmiş da gerçek birer misafirmiş gibi ağırlanıyor. böylece de alışveriş sırasmda suçüstü yapılma ihtimali ortadan kalkıyormuş... Sizin anlayacağımz, polislerin müşteri hüviyetine bürünüp kendilerini pusuya düşürmesüv den korkuyorlar...» «Bİ2 ml polis?.. Hay Allah iyiligıni versin... Çok şak»cı adamsın dogrusu Lou...» Omuzlanmı silkerekten boynumu kıstım: «Benim şahsen, stze fcarşı smırsız güven duygulan var içimde... Her bakımdan teml3 ve tyl nlyetll tümseler oldugunuzu Uk batasta anlarmştım zaten... Ne de olsa İnsan sarra» fıyız biz... Ama fcızlar haklı <• > larafc cetdniyorlar... Sizl tanımadıklan için bunu da normal karşıtamak lâzım... Bir defasın da Ahlâk Zabıtasına mensup polisler dentzci fayafetine bürünüp bu voldan mlsafir kabul eden evlere baskın vapmıs... özellikle bu avlarda baskın faalryett artıyor nedense... Üfr kütücü bir sey... Dunrp dunırken vafcayı ele vermek. zührevl hastalıklar hastanesine sertcedllmek bOvlece de resikalı bir fahlse durumuna düşmek bu tip tazlan dehşet» düşüren bir thtlmaldir... Barbara ile ko nuştum blraz önce... Böyle bir Slnbete ugramaktansa ölmeyi teroih edecefini «ttvledt.s YARIN : C A N D A N B İ R İ L G t D O K T O R {Tarık Z. KIRBAKAN Deri, Saç ve Zührevl HastaCad. Parmakkapı No: 66 TEL: 44 10 73 üklan Mütehassısi tstiklâl I AYLÂK MUSA MAUALLEVI ET1MDE EDEBİLİK Sahibinden 962 Renolt Karavel 966 Fargo 100 tipi kamyonet Mür. Tel: 37 32 40 r Cumhuriyet • 2785 DOKTOB Opr. ürolof Sıraa«]Ttl*r 99/3 Telt. : 44 n 44 * A a. m I M ŞSüreyya ATAMAL !
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle