27 Eylül 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Bilim Adamı ve Aydın Sorumluluğu 2 “Aydın” kavramının anlamına anlambilimsel bir açıklık kazandırmak için Aydınlanma Çağı’nın, sözlüklerde yer almayan, ama kültürel bir tortu olarak günümüze ve insanlığın bütün geleceğine miras kalmış olan tanımlarını bugün de temel alabiliriz... Halil İbrahim Işık (Emekli Felsefe Öğretmeni) 1) Aydın, “aklı hür, vicdanı hür” bir insandır. a Fikirlerini ‘kendisinden önce konulmuş’ tartışılmaz dogmalardan, söylence ve inançlardan değil, aklın süzgecinden geçmiş birikimlerden derler ve üretir. Bu süreçte kendi kişisel duygu, düşünce ve çıkarlarıyla, her türlü dış etkenden bağımsız olmayı ilke edinmiştir. Ortaçağın ‘dünya merkezli evren’ anlayışının yanlışlığını gözlemleriyle kanıtlayan Galileo Galilei bu sonuca kendi ‘hür aklıyla’ varmıştı, ancak daha sonra Kilisenin ve Engizisyonun baskısıyla, Gi or d a no B run o’nun yazgısıyla karşılaşmamak için vardığı sonucun ‘yanlış olduğunu’ söylemek zorunda kaldı. Bu kendi kendisini yadsıma onun ‘vicdanının hür olmadığını’ gösteriyordu.. 2) Aydın sorgulayıcı ve araştırıcıdır: Başkalarının da yineleyebileceği nesnel araştırmalarla belgelenmemiş hiçbir yargıyı ‘doğru’ olarak benimsemez; aynı biçimde, tersine bir kanıt olmadıkça, doğruluğu belgelenmiş bir bilginin yanlış olduğunu öne sürmez. Kendisine ‘doğru’ ya da ‘yanlış’ diye benimsetilmeye çalışılan her yargının ‘niçin doğru’, ‘niçin yanlış’ olduğuna ilişkin sorgulayıcı bir tavır alır ve ancak nesnel araştırmalarla sonuca gider. 3 ) Dinsel inançlar alanı dışında ‘tartışılmaz doğruluklar’ olamayacağını benimser. 4) Bilimsel doğruluklarla dinsel doğrulukları nitelikçe birbirinden ayırır: Bilimsel doğrulukların akla ve araştırmaya dayalı olma koşuluyla bağlı olmalarına karşın dinsel doğrulukların sadece iman etme koşuluyla sınırlı olduklarını bilir. O zaman da, laik bir devlet düzeni içinde, bu dünyayla ilgili davranış kurallarının ‘ulema’ tarafından belirlenemeyeceğini kavrayabilecek bir düşünce düzeyinde olması gerekir. 5) Kendi ulusunun ve aynı ölçüde de tüm insanlığın sorunları karşısında duyarsız kalamaz; bu sorunların çözümü için insancıl, özgeci ve eleştirel yaklaşımlarla fikir üretir, tavır ya da tepkiler koyar: XX. yüzyılın büyük filozofu Bertrand Russell, 1965’ten sonra, yaşı 100’e yaklaşmışken ABD’nin Vietnam’da on yıl sürdürdüğü emperyalist savaşa, bu savaşta yaptığı vahşet düzeyindeki R kıyımlara karşı Avrupa’da sivil ‘Russell Savaş Suçları Mahkemesi’ni kurdu ve tepkiyi evrensel boyutlarda yaygınlaştırmak için Avrupalı gençlerin en önünde yürüyüşlere katıldı. Oysa o, rahat rahat koltuğunda oturacak yaşları çoktan geçmiş, varlıklı bir ngiliz lorduydu! Aynı ‘lord’, sosyalist düşünceleri benimsemekle birlikte, bir ara gezi ve inceleme amacıyla gittiği SSCB’de gördüğü, toplum çıkarı için bireysel hak ve çıkarları ortadan kaldıran totaliter uygulamalara da karşı çıktı ve tıpkı Atatürk gibi toplum çıkarıyla birey hak ve çıkarlarını bütünleştiren bir toplumsal örgütlenmeyi savundu. (‘Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için!’). CBT 1260 / 14 13 Mayıs 2011 Aynı yıllarda, büyük Fransız filozofyazarı Sartre, kendisine verilen Nobel edebiyat ödülünü almamış, “eğer alırsam, günün birinde, bana bu ödülü verenlere ters düşme özgürlüğümü dışlamış olurum” demişti. A Yine Sartre, ünlü ‘Altona Mahpusları’ oyunuyla, tüm bir yüzyıla damgasını vuran aydın tepkisini ortaya koyar: Oyunun kahramanı kinci Dünya Savaşı sırasında doğu cephesindeki birliğinden kaçarak, Almanya’da iş adamı olan amcasının şato benzeri konutunun bir odasına kendisini hapsetmiş, savaşın bitiminden çok sonraları bile hâlâ savaşın sürüp gittiğini sandığı dış dünyayı görmenin ağır yüküne dayanamadığı için odanın pencerelerine de duvar ördürerek, kendisine bir çeşit zindan oluşturmuştur. Sartre, bilinç altının karanlık dehlizlerinde dolaşan teğmeni kendi aydın kişiliği ile özdeşleştirerek şöyle konuşturur: “Benim gün ışığını görmeye hakkım yok! Ben XX.yüzyılım; insanların çektiği bunca acıdan ben sorumluyum. Dış dünyayı görmek istemiyorum. Orada insanlar ölüyor, çocuklar çöp bidonlarında yiyecek arıyor!” Sartre’ın çağdaşı, ondan çok önce genç yaşta bir trafik kazasında ölen Nobel ödüllü başka bir Fransız filozofyazarı Albert Camus, insanların kör inançlara tutsak edilişlerine karşı akılcı başkaldırıyı savaş sonrasının insanlığına sunar: “Başkaldıran nsan”dır yapıtı... Fransız savaş pilotu, büyük varoluşçu yazar Exupery, spanya’daki Franko faşizminin toplumu sürü gibi gören totalitarizmine karşı bireyin özgür varoluşunu savunmak için (hem de hiç tanımadığı insanlar adına) spanya’da Cumhuriyetçilerin yanında uçağıyla savaşa katılır ve bir yandan da yazar: ‘ nsanların Dünyası’nı, ‘Savaş Pilotu’nu… Toplum bir sürü değildir, her bir insan teki başlı başına bir varoluş, başlı başına bir değerdir; ama kendisi dışındaki insanlar var olmazsa da o bir hiçtir, korkunç bir çöl olurdu ‘toplumun varolmadığı’ bir dünya! Nobel ödüllü büyük Sovyet yazarı Şo lo ho v, ‘Uyandırılmış Toprak’ta Sovyet devriminin tarımsal üretimde toprak köleliğine dayalı Rus derebeyliğinin yerine toprağı nasıl bütün yoksul köylüler adına canlandıran, ortakçıl bir çalışma ve paylaşım etiği getirdiğini coşkulu bir dille anlatırken, ‘Ve Durgun Akardı Don’da ise aynı devrimin, gerçekleşme süreci içinde, nasıl, ister istemez, ‘birey’ gerçekliğini ‘toplum’ gerçekliğine feda ettiğini; her biri ‘yaşayan insan’lardan oluşan karşıt grupların nasıl birbirlerini bilinçsiz ve acımasız bir kinle kırdıklarını anlatır... SARTRE VE NOBEL BAŞKALDIRAN NSAN 6) Aydın, varolan düzene akılcı ve eleştirel bir gözle bakar. Bu nedenle de daha insancıl bir dünyaya doğru gerçekleşecek toplumsal değişim ve devrimleri savunur ve destekler. 7) Aydın, kişisel çıkarlarını aşmış, özgeci bir düşünce ve davranış düzeyine varabilmiştir. 8) Aydın, tutarlı bir insandır: Savunduğu fikirlerle kendi yaşama biçimi birbirine ters düşmez... Sokrates, “bilmeden biliyor gibi görünüp, insanları kandırmayın!” dediği için, Atinalı şarlatanların suçlamasıyla ölüm cezasına çarptırıldığı zaman, öğrencileri gizlice kendisini kaçırmaya geldiklerinde o, bu öneriyi kabul etmez ve onlara şöyle der: “Ben yaşamım boyunca gençlere yasalara saygılı olmayı öğütledim. Şimdi kaçarsam, ülkemin gençleri karşısında tutarsızlık ve korkaklık örneği olurum!” 9) Aydın insan, zaman içinde de fi ki r le r in i tutarlılıkla savunur. Dün ‘doğru’ dediğine bugün ‘yanlış’ diyen kişi, bunun bilimsel ve mantıksal gerekçelerini şarlatanlığa kaçmaksızın gösterebilmelidir. 10) Aydın, tıpkı sanatçı gibi çağından sorumudur. Kendi toplumunda ya da dünyada olup bitenler karşısında sessiz kalamaz. Evrensel etiğe dayalı ‘kötülük’ kavramı içine giren her edime karşı çıkmak, iyilikleri desteklemek her aydının görevidir. Sözgelimi, ‘demokrasi’ ve ‘insan hakları’ nutuklarının gölgesinde bugün Irak’ta, Afganistan’da hâlâ, giderek daha saldırgan ve acımasız bir tavırla sömürge savaşları yapılırken tüm dünya suskun.. “Atalarımız bir buçuk milyon Ermeniyi katletti” diye dünyaya bildiriler yayımlayan sözüm ona aydınlar, burunlarının dibindeki bu somut duruma gözlerini kapatıyorlar. O zaman, yeni bir Russell mı beklemek gerek? Oysa, “insanlığın ‘bekleyecek’ zamanı var mı artık? Büyük astrofizikçi Carl Sagan, “yok”, diyordu, “böyle gidersek türümüz yok olup gider ve doğayla uyumlu başka bir tür bizim yerimizi alabilir!” 11) Aydın, bağnazlıktan, her türlü koşullanmadan arınmış, bilimsel bir aydınlığın tüm beyinlerinin iğdiş edildiği sözüm ona ‘eğitim’ düzenlerinde, var olanı kabullenip suskun kalmak, en azından, işlenen suça ortak olmaktır. Her aydın bilim adamı değildir. Ama her bilim adamı aydın olmak zorundadır. Çünkü bilimin doğası bunu gerektirir. Bilim, geçimini sağlamak ya da birtakım çıkarlara erişmek için seçilmiş bir ‘meslek’ ya da belirli (hem de bilime aykırı) bir dünya görüşünü yaygınlaştırmak için ‘fethedilecek bir kale’ de değildir! Bilimin dünyasına, onun kendi etiğiyle, kendi sorumluluklarıyla birlikte ve salt bir ‘philo –sophia’ (her türlü bağlantının dışında bir ‘bilgi sevgisi’) ile girilebilir ancak! Bilim adamı olmak isteyen her insan, daha yolunun başında, dünyaya karşı sorumluluklarını kavramak için, Einstein’ın ‘Dünyamıza Bakış’ını, Albert Bayet’nin ‘Bilim Ahlakı’nı, Russell’ın ‘Bilimden Beklediğimiz’i ve ‘Sorgulayan Denemeler’ini okumuş olmalıdır.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear